Küçüklüğümde günlük tutanlara öyle özenirdim öyle özenirdim ki dönüp kendi hayatıma sanki bir hiçmiş gibi bakmama vesile olacak kadar çok… İnsanların ne kadar dolu hayatları varsa demek ki yaz yaz bitiremiyorlar derdim hep…
Tabi bir beyaz kağıt, bir tükenmez kalem ile dolu dolu yaşanmayacağını da çok iyi bilirdim. Diğer taraftan; o küçücük bedenlerin içinde küçücük beyinler olabileceğini konduramadığımdan günlüklerine yazmaya çalıştıklarından çok daha az yaşanmışlıkları olabileceğini anlayamazdım.
Gel zaman git zaman büyümeye yüz tutunca bedenim; aklımda, geçte olsa onu takip etti. Bu vesileyle günlerin aslında yazılası değil her şeyden önce yaşanılası bir süreç olduğunu öğrenmeye başladım. Hani derler ya çok gezen mi bilir yoksa çok okuyan mı diye… Bence bize verilen bu kısıtlı zamanı içinden geldiği gibi yaşayanlar çok daha bilgedir ve çok daha mutludur!
Kazın ayağı öyle de değilmiş! Komik, ama durum bu…
Şimdilerde daha dengeli bir hayatın mümkün olup olmadığına kafa yoruyorum. Biraz gezip, biraz okumak, bolca yaşamak üzerine kurulu olanından… Herkesin yaşamaktan anladığı kendine göre değişirken, benim anladığım bol bol özgürlükten ibaret aslında… Daha önce yazdığım yazılara ithafen özgürlükten kastım ise; istediğim zaman, istediğim şeyleri, istediğim süre zarfında yapmak! Günümüz dünyasının bitmeyen masallarından biri işte… Kolay mı kardeşim istediğin gibi yaşamak? Evet, değil! İşte o yüzden dengeli bir hayata sahip olmak için bazı yapılması gereken değişiklikler var. Bunların başında iş hayatını kalan her şeyden ayırmak gerekiyor. İstanbul’da yaşamadığınızda bu en kolayı… 10 dakikada evdesin, öyle olunca yapmanız gereken tek şey zamanı doğru değerlendirmek sadece… Bizim gibi İstanbul zedeler için durum çok daha farklı… En iyi ihtimalle sabah 1 saat akşam 1.5 saat yollarda geçen bir ömre dengeyi getirmek çok meşakkatli bir iş…
Dengeleme işi için araçta geçen sürelere podcast ekledim biraz; girişimcilik, finans ve bilimle ilgili konuşanları dinliyorum. Ufuk açıcı olduğu aşikar ama be kardeşim her gün kafa o kadar bilgiyi alsaydı zaten o trafikte debeleniyor olmazdım değil mi? Akşamları zaten bitap eve gelince kitaplarda yük olmaya başlıyor. Biraz film, dizi vb. bir şeyler izleyelim derken kendimizi muhallebi izlerken buluyoruz. Sonra bir bakmışız sabah saat 06:06, başlıyor alarmlar çalmaya…
O yüzden şimdilik denge işini de rafa kaldırdım, bir müddet daha azıcık gezip, azıcık okuyup, bolca işe gidip gelmeli bir hayata devam ediyorum. Her gün… Hoşuma gitmese de durumdan zevk almaya alıştım… Buna da şükür, sonuçta şükür önemli! Fakat araya girmem gerekiyor ki sadece daha iyisinin olabileceğinin farkındalığı altında biraz eziliyorum. Daha iyisini yapabileceğimi de biliyorum ama ben gibi orta düzey gelir seviyesine sahip bir ailede doğanlar için daha iyisini yapabileceğini bilmekle de kalıyorum. Risk alarak büyümek bizim gibilerde pek yoktur. Konfor alanımızda debelenip durur, eser gürleriz ama konu risk almaya geldiğinde kem küm…
“İki şeyden kaçının:
Çok yemekten ve çok konuşmaktan.”
– Bişr-i Hafi
Çok yemekten ve çok konuşmaktan.”
– Bişr-i Hafi
Orta sınıf bataklığında ikisi de bolca var…
Neyse işin o boyutunu da elbet çözeceğim. *Hissediyorum, az kaldı… Asıl konuya dönersek; günlüklere yazılacak hayatları olanlara imrenmeye devam ediyorum, hala… Çünkü en azından o günlüğü yazacak kadar hayatlarına şükür ve minnet içindeler. Bizse hep bir arayış peşinde, zaman kaybetmeye devam ediyoruz. Ne andayız, ne de yarının yolunda… Ne yaptığımızı bilmeden yitip gidiyoruz. O güzelim günlükleri yazmaya cesaret edemiyoruz, çünkü yaşadığımız hayatı beğenmiyoruz. Yazacak hayatları da yaşamaya cesaretimiz yok! E ne yapacağız o zaman? Gününü bekleyen yedek kaleciler gibi, elinde eldiven emekli mi olacağız? Bu gidişle evet çünkü EYT çok yakında yasalaşmış olacak. Şaka bir yana biz bırak emekliliği emekte bile yaşa takılmıyoruz ne yazık ki, bizim takıldığımız zamanın kendisi… O kadar ağır ki altından kalkmak için çabaladıkça sadece kendimizi yoruyoruz. (*Yazarken sesli güldüm.)
Nerede kalmıştık, ha evet günlük… Gün aşırı vitamin yuvarlayanlar kadar yaşasaydık belki günlük yazacak hayatlarımızda olurdu elbet… Ama gün aşırı dahi yaşadıklarımız hep aynı olunca, ne yazayım o güzelim beyaz sayfaya… “Sabah uyandığında o yastıktan kafamı kaldırıyorum efendim, sonra bakıyorum güneşe, evet diyorum doğdu güneşim…Tık elimi yüzümü yıkıyorum, güzel bir şarkı, güzel bir banyo. Üstümü başımı giyiniyorum. Sağlam bir kahvaltı. Modumu yakalıyorum.” Günlük bile güler bu halime o yüzden yazmaya gerek yok. Yazıp da geleceğe niye kendimi rezil edeyim değil mi efendim?
Nihayetinde; bir hayattır yaşıyoruz ama yazarak ama yaşayarak. Önemli olan önemi olanı bulup kendimizi adayacak bir hayatı kurmaya gayret etmek. Kurmak demiyorum, gayreti bile yaşamaya değer ve yazmaya değer olabilir… Bu arada sakın yanlış anlaşılmasın lütfen, akıl vermek derdim değil. Bana yetmiyor zaten… Sitenin amacı ileride dönüp baktığımda neler saçmalamışım, hangileri doğru tespitlermiş, hangileri safsata… Derdim sadece budur… Aklım olsa, kendim kullanırım zaten o kadar da melek değilim, niye paylaşayım?
Günlük diyorduk ya işte ben hep o yeni yetmelere özendim de özendim.
Meğer sadece kalemleri varmış, kağıtlara işkenceler eden…
O yüzden artık günlükçülere bugünden itibaren özenmeyi bırakıyorum.
Yaşayın da onda sonra yazın İnşallah…
Gördükten sonra çizin…
Kalemleriniz olsun tükenmesin!
Ah günlükçüler siz yok musunuz?
O boşa harcadığınız kağıtlar kadar başınıza hayat düşsün…