Anasayfa » Deneme » Nefretin Kısa Tarihi ve Türkiye 2023 Genel Seçimleri
Siyah Arka Plan Beyaz Arka Plan
Bu yazıda içerisinden geçtiğimiz seçim sürecini, nefretin kısa tarihini ve kuşakların bu tarihteki yerini anlamak adına kısa bir çalışma yapıyorum ve bu çalışmayı seçimlerimizde nefretin ve kuşakların siyasi olarak yerini anlamlandırmak için sizlerle paylaşıyorum.
2023 seçim dönemine depremin acı bilançosu sebebiyle siyasilerin iradesi neticesinde geç başladık, ancak süreç o kadar hızlı ilerledi ki nefret söylemleri de gelmekte gecikmedi. Önce bakanlar muhalefeti terörist olarak niteledi ki Hüda Par gibi Hizbullah ile aynı odada yatan bir partiyi kendine ortak ederken, ardından bu seçimi eğer muhalefet kazanırsa bunun bir darbe olacağı iddiaları ile süsledi söylemlerini… Kısaca tam bir aymazlık, tam bir iş bilmezlik! Alışmış olduğumuz AKP’nin nefret söylemleri ve kutuplaştırma stratejileri kapsamında olan bu çirkin söylemlerin neticesinde Erzurum’da ellerinde Türk Bayrakları olan vatandaşlarımızın taşlanması ile sonuçlandı. Sorsan vatan severler ama ufacık bir canın onların nezdinde hiç bir kıymeti yok… İşte bu söylemlerin sahipleri de bu süreci metanetle geçirmeleri gerekirken, kaybedecekleri seçimin acısı ile daha da savurganlaştılar.
Nefret öyle güçlü bir silah ki dünya tarihinde büyük yıkımların tamamında izlerine rastlamak pek tabi mümkün. İnsanlık tarihi boyunca, çeşitli olaylar ve dönemler yaşadık. Bazıları sevinç dolu ve ilginç anılarla doluyken, diğerleri ise tüyler ürperten, acı veren ve nefret dolu günlerle geçti. Bu yazıda, tarihin en karanlık dönemlerinden bazılarına bir göz atarak, insanlık olarak yaşadığımız nefret dolu günlerin birkaçını da incelemiş olacağız.
İkinci Dünya Savaşı: Yüzyılın en büyük trajedilerinden biri olan İkinci Dünya Savaşı, nefretin ve şiddetin doruk noktası olarak kabul edilir. Adolf Hitler önderliğindeki Nazi Almanyası’nın, Yahudi Soykırımı olarak bilinen Holokost’u gerçekleştirmesi, altı milyondan fazla Yahudi’nin hayatına mal oldu. Savaş sırasında, milyonlarca insanın ölümüne, vahşete ve zulme tanık olundu. Bu dönem, insanlığın en karanlık yüzlerinden birini temsil eder.

Soykırımlar: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da, dünyanın çeşitli bölgelerinde nefret dolu soykırımlar yaşandı. Ruanda Soykırımı (1994), Bosna Soykırımı (1995) ve Kamboçya’daki Kızıl Kemer Rejimi (1975-1979) gibi olaylar, binlerce insanın yaşamını yitirdiği ve toplumların parçalandığı korkunç dönemlere işaret eder. Bu soykırımlar, insanlığın en karanlık yüzlerinden bazılarını gözler önüne sermiştir.

Irkçılık ve Ayrımcılık: Tarihte, ırk, etnik köken veya din gibi farklılıklardan dolayı ortaya çıkan nefret, birçok toplumu derinden etkilemiştir. Kölelik dönemi, Amerika Birleşik Devletleri’nde Afro-Amerikalıların sistematik olarak köleleştirildiği ve insanlık dışı muameleye tabi tutulduğu bir dönemdir. Ayrıca Güney Afrika’da uygulanan Apartheid rejimi de, siyah ve beyaz ırklar arasında ayrımcılığın doruk noktasıdır.

Terörizm ve Savaşlar: Son yıllarda, terör saldırıları ve çatışmalar dünya genelinde artmıştır. 11 Eylül saldırıları, Madrid tren istasyonu saldırısı, Paris saldırıları ve daha birçok örnekle birlikte, terörizm insanlığın karşı karşıya kaldığı en nefret dolu olayların başında gelir. Türkiye’de yaşanan havalimanı saldırısı, Ankara gar patlaması, Beyoğlu bombalı saldırısı da hafızalarımızda yer eden önemli olaylardan sadece bir kaçı…

İnsanların nefrete karşı bu kadar kırılgan olmasının sebebi korkmaktan dahi korkuyor olması diyebiliriz aslında… Korku, insanların hayatta kalma içgüdüsünün bir parçasıdır ve doğal olarak tehdit veya tehlikelerden kaçınmamızı sağlar. Ancak, bazı durumlarda korku, bireyleri olumsuz duygulara ve tepkilere yönlendirebilir, nefrete ve önyargıya dönüşebilir. İşte içinden geçtiğimiz seçim süreci ve AKP’nin yıllardır kullanmakta olduğu bu nefret söyleminin kökeninde korkuyu bir araç olarak kullanarak insanları daha kolay yönetme isteği yatmaktadır. Söylemlerine baktığınızda, veya tanıtım filmlerinde kullandıkları temaları incelediğinizde özellikle muhafazakar seçmeni din elden gidiyor, dış güçler vb. gibi dayanaksız söylemlerle korkuya sevk ederek oylarını almaları bunun en büyük sonucudur. İşin en acı noktası ise din elden gidiyor derken, dine en çok zarar veren kendileri oluyorken diğer taraftan dış güçler senaryosunda ise milyonların gözü önünde yabancıya ev satarak vatandaşlık dağıtıyorlar veya milyonlarca mülteciyi kontrolsüz ülkeye alırken yine en büyük kötülüğü de kendiler yapıyorlar.
AKP’nin savunulacak tarafı olmadığı aşikar, peki neden hala ciddi bir oy oranına sahip?
Bana kalırsa korku kültürüne hakimiyeti, nefret söylemleri ile halkı bölerek tek şanslarının AKP olduğuna insanları inandırması ve 21 yıllık Recep Tayyip Erdoğan gerçeği… İnsanlar alışkanlıklarından vazgeçemiyor… Kısaca muhalefeti öyle güçsüz ve yabancılaştıran bir siyasi söyleme sahipler ki hepimizin Türkiye’nin iyiliği ve güzelliği için çalışıyor olduğumuz gerçeğini bir türlü göremiyorlar.
Nefret söylemlerinin ve korkunun bu kadar işe yarıyor olmasının sebebi sadece tek şansımızın AKP olduğu illüzyonu mu?  Tabi ki değil ve bence bu konuda kuşakların da inceleme altına alınıyor olması elzem… Aşağıda yıllara göre kuşakları incelediğimde konu benim açımdan bir miktar netleşti, sizin içinde belki bir faydası olur.
Aşağıdaki tabloyu dikkatle inceledikten sonra, seçim sürecinde bu tablonun nefreti körükleyip korkuyu kullanmak için nasıl kullanıldığını da anlamış olacaksınız. Şöyle ki; Baby Boomers dediğimiz 59-77 yaş arasında bulunan seçmenin yani ununu elemiş eleğini asmış (özellikle EYT’den sonra bu kuşak neredeyse bu durumda.) kuşağın gayesi rahat bir emeklilik, ve siyasi istikrarın devamı olarak ortaya çıkıyor diyebiliriz. Aile bağları gelenekselci, Türkiye özelinde ise bu kuşak ataerkil toplumun en ön plana çıktığı yaş aralığı. AKP’nin ahbap çavuş kapitalizmine de en yakın kuşak, çünkü ticarette de liyakatten çok ahbaplığa daha çok kıymet veriliyor. Hal böyle olunca Sosyal Adalet, Barış ve Eşitlik  gibi değerleri de sadece ahbapları için istiyorlar. İşte bu sebepten dolayı bu kuşakta AKP’ye oy çıkma oranı %61 ve üzerini buluyor.
Diğer kuşakları da tek tek irdelemek gerekir elbette ancak burada sazı size bırakmak istiyorum, çünkü Irkçılığın genel bir hassasiyet olduğu bir dünyada hala bu kadar ırk kökenli siyasetin yer buluyor olabilmesi gerçekten aslında iktidarların korkuyu ne denli iyi kullandığının da bir göstergesi olabilir mi?
Evet, korkunun siyasette kullanılması tarih boyunca birçok örneğe sahiptir. İşte korkunun siyasette kullanıldığı bazı örnekler:

1. Tehditlere Karşı Güvenlik Vaadi: Siyasi liderler, halkın güvenlik endişelerini kullanarak seçmenlerin desteğini kazanmaya çalışabilirler. Özellikle terör saldırıları, suç oranlarının artması veya dış tehditler gibi durumlarda, siyasi liderler daha sert güvenlik politikaları vaat ederek korkuyu manipüle edebilirler. (15 Temmuz, Atatürk Havalimanı saldırıları vb.)

2. Göçmen Karşıtı Propaganda: Göçmenlik konusu, siyasi manipülasyon ve korku yaratma için kullanılan bir başka alan olmuştur. Siyasi liderler, yabancıları veya belirli göçmen gruplarını hedef alarak, toplumda korku ve kaygı uyandırabilirler. Göçmenlere yönelik olumsuz imajlar oluşturarak, seçmenlerin desteğini kazanmayı amaçlayabilirler. (Suriye ve Afgan mültecilerin Avrupa’ya karşı tehdit olarak kullanılması.)

3. İç ve Dış Tehdit Algısı: Siyasi liderler, iç ve dış tehdit algısını körükleyerek halkı korkutmaya çalışabilirler. Örneğin, belirli bir ülke veya siyasi ideolojiye karşı tehdit algısı oluşturarak, ulusal güvenlik endişelerini vurgulayabilir ve bu korkuyu siyasi kazanç elde etmek için kullanabilirler. (Muhalefetin terör örgütleri ile bağının olduğunun defaten söylenmesi.)

4. Toplumsal Ayrışma ve Saplantılı Gruplar: Siyasi liderler, toplumu ayrıştıran ve kutuplaştıran retorikleri kullanarak korku ve endişe yaratabilirler. Örneğin, belirli bir etnik, dini veya ideolojik grup hakkında olumsuz bir imaj oluşturarak, halk arasında korku ve düşmanlık duygularını körükleyebilirler. (Biz ve onlar diye ülkeyi kutuplaştıran siyasi söylemler.)

5. Kriz Yönetimi: Siyasi liderler, kriz dönemlerinde korku ve belirsizlik ortamını kullanarak güçlerini artırabilirler. Krizlerde topluma güven ve istikrar sağlamak için liderler, korku duygusunu kullanarak otorite ve kontrolü pekiştirmeye çalışabilirler. (15 Temmuz Darbe Girişimi, Gezi Parkı olayları.)

Bu örnekler Türkiye’de özellikle 43-58 ve 59-77 yaş aralığındaki X ve Baby Boomers kuşağının hassasiyetlerini korku üzerinden yönetebilmenin anahtarı olmuşlardır ancak kuşaklar değiştikçe insanların arayışları da buna paralel olarak değişim gösteriyor. (Lütfen tabloyu ve tabloda Y kuşağı ile birlikte Z kuşağını tekrar inceleyin.)

Artık ben ve benim gibi insanlar daha çok anlam arayışındayız, daha kaliteli hayatlar yaşamanın derdindeyiz. Adil ve özgür bir dünyanın mümkün olduğunu görüyoruz ve buna ulaşmak için kutuplaşmadan ziyade toplumsal özgürlüğü ve barışı sağlamanın birleşmekten ve farklılıklara saygıdan geçtiğini biliyoruz. Y kuşağı olarak biz bunları biliyor ve ayak uydurmaya gayret ediyorken Z kuşağı bu olguları ta derinden yaşıyor! O yüzden Mustafa Kemal Atatürk’ün umudum gençliktedir derken aslında içinde bulunduğu dönemin 40 yaş üstü insanlarının dar görüşlerinden ne kadar çekindiğini kibar bir şekilde anlatmasına hayran oluyoruz.

Hayat iki kapılı bir han ve biz bu handa gündüzü geceye, geceyi de gündüze tercih ede ede ilerliyoruz. İşte bu hengame ve belirsizlik içinde günümüzü anlamamız ve geleceğimizi inşa edecek gençlere talep ettikleri ne varsa toplumun kabul görmüş dogmalarından sıyrılıyor olmamız gerekiyor ki gelişebilelim, ilerleyebilelim. Bugün hala AKP’yi, nefret söylemlerini veya korkuyu nasıl kuvvetli kullandığını konuşmak yerine gönül isterdi ki Z kuşağının eğitimde ve kariyerde başarı sağlaması için neler yapması gerekiyoru istişare edebilseydik veya dijital teknolojiler, yapay zekayı Z kuşağının çok daha verimli kullanabileceği bir ortam yaratabilseydik.

Tam da bu yüzden toplum olarak ilerleyebilmek için yapısal değişimleri yapmamız ve daha kapsayıcı bir siyasi söyleme geçmemiz artık önemliden ziyade gereklilik haline gelmiştir! Ben AKP’nin aşağıdaki konularda ilerleme sağlayabileceğine inancını yitirmiş bir Türk vatandaşıyım. İşte o yüzden 14 Mayıs Pazar günü muhalefetin yanında yer almanın bu ülkeyi ve vatanı sevmek anlamına geldiğini ta derinden hissediyorum. Umarım herkes korkularından bir an evvel sıyrılır ve bu kez bizi gerçekten birleştiren siyasi söyleme bir şans verir.

1. Eğitim ve Bilgi Erişimi: Eğitim, toplumun ilerlemesi için temel bir unsurdur. Eğitim sisteminin kalitesinin artırılması, herkesin eşit ve adil bir şekilde eğitim alma imkanının sağlanması önemlidir. Ayrıca, bilgiye erişimi kolaylaştırmak, teknolojik gelişmeleri takip etmek ve yaşam boyu öğrenmeyi teşvik etmek de ilerlemenin temel unsurlarıdır.

2. Bilimsel ve Teknolojik İlerleme: Bilimsel ve teknolojik gelişmeler, toplumun ilerlemesi için önemlidir. Yeni keşifler, yenilikçi teknolojiler ve bilimsel ilerlemeler, ekonomik büyümeyi, yaşam standartlarını yükseltmeyi ve insanların yaşamlarını kolaylaştırmayı sağlar. Bu nedenle, bilim ve teknolojiye yatırım yapmak, araştırma ve geliştirme faaliyetlerini desteklemek ilerlemenin ana hatlarından biridir.

3. İnsan Hakları ve Adalet: İnsan haklarına saygı, eşitlik ve adalet ilkeleri toplumun ilerlemesi için önemlidir. Herkesin temel haklara sahip olduğu, ayrımcılığın önlenmesi, cinsiyet eşitliği, etnik ve dini tolerans gibi unsurlar, toplumun gelişmesi ve ilerlemesi için gereklidir. Hukukun üstünlüğüne inanmak, adil bir yargı sistemi ve toplumsal adaletin sağlanması da ilerlemenin temel unsurları arasındadır.

4. Sürdürülebilirlik ve Çevre Koruma: İlerleme, sadece ekonomik ve sosyal açıdan değil, aynı zamanda çevresel açıdan da sürdürülebilir olmalıdır. Doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı, çevre kirliliğinin azaltılması, iklim değişikliğiyle mücadele ve çevre koruma önlemleri ilerlemenin önemli unsurlarıdır.

5. Demokrasi ve Katılım: Demokratik yönetim, toplumun ilerlemesi için önemlidir. Halkın katılımı, şeffaflık, hesap verilebilirlik ve demokratik kurumların güçlendirilmesi, toplumun ilerlemesine katkı sağlar. Özgür düşünce, ifade ve basın özgürlüğü gibi demokratik değerlerin korunması ve güçlendirilmesi de ilerlemenin temel unsurlarıdır.

6. Ekonomik Kalkınma ve İstihdam: Ekonomik büyüme, istihdamın artırılması ve yoksulluğun azaltılması toplumun ilerlemesi için önemlidir. Sürdürülebilir ekonomik kalkınma, girişimciliği teşvik etmek, iş dünyasını desteklemek ve ekonomik eşitsizlikleri azaltmak ilerlemenin temel hedefleridir.

7. Sağlık Hizmetleri ve İyi Yaşam Standartları: Toplumun sağlığı ve refahı, ilerlemenin önemli unsurlarındandır. İyi sağlık hizmetlerine erişim, sağlıklı yaşam tarzlarının teşvik edilmesi, temiz içme suyu ve sanitasyon hizmetlerinin sağlanması, toplumun sağlık durumunu iyileştirmeye yönelik adımlardır.

8. Kültürel ve Sanatsal Gelişim: Kültür ve sanat, toplumun ilerlemesini sağlayan önemli unsurlardır. Sanatsal ifade özgürlüğü, kültürel çeşitlilik ve sanatın desteklenmesi, toplumun yaratıcılığını ve insanlık değerlerini geliştirir.

9. Toplumsal Bağlar ve İletişim: İyi işleyen toplumsal ilişkiler, dayanışma ve iletişim, toplumun ilerlemesini destekler. Toplumun birlikte çalışma ve işbirliği yeteneği, toplumsal sorunlara çözüm bulmayı kolaylaştırır ve toplumun gelişimine katkı sağlar.

10. Eşitlik ve İnsan Onuru: Toplumun her bireyin eşit bir şekilde değer gördüğü ve insan onurunun korunduğu bir ortam sağlamak ilerlemenin önemli bir parçasıdır. Cinsiyet eşitliği, ırk ayrımcılığına karşı mücadele, engelli hakları gibi konular toplumun ilerlemesinde temel unsurlardır.

Bizim Y ve Z kuşağını kaybetmeden ilerleyebilmemiz için öncelikle yukarıdaki konularda gerekli adımları ivedilikle atmamız gerekiyor, bu sayede alfa kuşağına yaşanabilir bir Türkiye bırakabileceğiz. Alfa kuşağı kim mi? Evlatlarımız!
Okura bir hatırlatma ve not:
“Gençlerin Yüzde 73’ü Yurt Dışında Yaşamak İstiyor”
Almanya merkezli Konrad-Adenauer-Stiftung (KAS) Derneği’nin Türkiye Gençlik Araştırması 2021’e göre, 18-25 yaş arası gençlerin yüzde 82,9’u “Türkiye’de gelir dağılımının dengesiz olduğunu, eşit olmadığını” söylüyor. Türkiye’de işsizliğin çok yüksek olduğunu söyleyen gençler bunun birinci nedeni olarak “liyakat” eksikliğini görüyor. Araştırmada memnuniyet ve mutluluk durumları sorulduğunda katılımcıların yüzde 55,2’si “şimdiki yaşamından ne tam olarak mutlu ne de mutsuz olduğu” yanıtını vermiş. Yüzde 25,8’lik oran ise, şimdiki hayatından mutsuz olduğunu ifade ediyor.
Alfa Kuşağı (2013-günümüz)
Henüz tam olarak tanımlanmış bir kuşak olmasa da, 2010’ların sonlarından itibaren doğan yeni nesilleri ifade eder.
İnternetin daha da yaygınlaşması ve yapay zeka teknolojilerinin gelişmesiyle büyümektedirler.
Diğer Yazılarım:

İstemek Üzerine

Hayatın sınırı yok elbet; mesela yaşadığımız acılar içinden çıkılmaz gibi görünen dipsiz bir çukur olabilirken, bazı mutluluklar ise…