Depremin olduğu ilk andan itibaren her anın bir mucize olduğunu çok daha net anlıyorum artık… Hayatımızın bir ipin ucuna bağlı oradan oraya savrulan bir “şey” olduğunu çok daha net görüyorum… Dünü, bugünü, yarını; kısacası zamanın görece kıymetini biliyorum artık…
İçimde ne yazık ki salt bir boşluk hissi, bir yalnızlık… Hayata karşı soğukluk…
Gereksizlik hissi, yararsızlık…
Sonu gelmez bir hiçlik…
–
6 Şubat sabahı uyandığım an telefonda Pazarcık merkezli deprem haberini gördüm ve oh dedim. Sadece 1 bildirim var, demek ki çok önemli bir şey yoktur diye düşündüm. Tabi işin rengi öğlen vaktine doğru netleşmeye başlayınca konunun vehametini anlamaya başladım. Sanıyorum ki bir çok insan benimle aynı durumdaydı. Ardından 2. deprem haberi ve yıkıntılara kurban edilen milyonlarca hayal…
Ölüm bu kez sessizce gelmedi ama…
Yıllar boyu süren uyarılar ile bağıra bağıra geldi…
Rant uğruna verilen yapı denetim belgeleri ile geldi.
İmar affı adı altında bütçe tutturma çabaları ile geldi.
3 kuruş fazla kazanacağım hırsı ile müteahhit erbabının aç gözlülüğü ile geldi.
Kolon kesen gözü doymaz esnaf müsveddeleri ile geldi…
Eski konut stoğunun yenilenmesi için yeterli gelire sahip olmayışımızdan geldi, yoksulluktan yani…
Geldi de geldi…
Ya gidenler…
–
Deprem bölgesine ilk ulaşanların ifadesine göre enkaz altından inleme seslerinin duyulduğuydu!
Sessizce yıkıntılar arasında geçip gitmek zorunda kaldığını söyleyen bir muhabir kardeşimizin yüzündeki ifadeyi unutamıyorum. Çaresizliğin eşsiz bir imgelemi olarak aklımda kaldı… Ses yaparsam enkaz altındakilere kötülük edeceğimi hissettim diyordu. Çünkü o an onları bulundukları hazin durumdan çıkartmak için yapabileceği bir şey yoktu.
Bir babanın tüm ailesini canlı olarak saydıktan sonra kızım dün vefat etti deyişi hiç gitmemek üzere kullaklarımda…
Halamı kaybettik, eşini kaybettik, 2 ve 5 yaşında çocuklarını kaybettik diyen arkadaşımın sesi…
3 saat boyunca yıkıntı altında kendisini çıkartmak isteyen ekibe “Beni kurtarmak için ayağım engel oluyorsa kesebilirsin.” diyen 13 yaşındaki Esma…
Daha nicelercesi kulaklarımda, aklımda, kalbimde…
Bunca acıyı bu ülke nasıl kaldırabiliyor? Bazen aklım almıyor…
Bugün itibari ile 36 Bin’den fazla canımız yok yere gitti ki bu rakamlar 1 hafta içinde ikiye katlanacak gibi duruyor.
–
Canım ülkemde 24 yıldır yapıları denetleyip güçlendirmek için gereken bütçeye can suyu olacak tutarı bir gecede toplayabildiğimizi de gördük… İşte böyle günlerde; aklımız neredeydi sorusunu sormadan edemiyor insan… Deprem vergilerini sormadan edemiyor… Neden bu binalar güçlendirilmedi? Neden canlarımız, evlatlarımız, geleceğimiz enkazlara kurban edildi? Sormadan edemiyor insan…
Neden bilim adamlarını dinlemiyoruz?
Neden değişim için acı çekmeyi bekliyoruz?
Neden bu vakur halkı hep yalnız bırakıyoruz?
Neden halkın gelirlerini arttırmak yerine ülkenin zenginliğini 3-5 yandaşa peşkeş çekiyoruz?
Neden bu iktidar hırsı ile asıl önemli olanı, halkımızı unutuyoruz?
Neden her şeye nasip, kısmet, kader diyoruz?
Neden aklımızı kullanmak varken tüm suçu yaradana atma yoluna gidiyoruz?
Hepsine bu deprem neticeseinde geç kaldık ama merak ediyorum; bütün TV’lerde enkaz altından çıkan vatandaşları şoka sokabileceğini söyleyen yetkilileri neden dinlemiyoruz? Neden bağırıyoruz, tekbir getiriyoruz? Allah aşkına, neden bu kadar saçmalıyoruz? Kim olduğu belli olmayan bir siyasetçinin dini siyasete alet edercesine “Tekbir getirmeye devam edeceğiz.” kelamlarını ağzına tıkıp sen sus artık diyemiyoruz?
–
Arama kurtarma çalışmalarında emek veren vatandaşımız, kurumlarımız ve yurtdışından gelen tüm ekiplere teşekkür ediyoruz ama yetmez! Onlar bu ülkenin Kurtuluş Savaş’ından sonra görüp görebileceği en güzel insanlardır… Tanımadıkları, bilmedikleri bir canın peşinde; yemeden, içmeden, uyumadan canlarını tehlikeye attılar. Depremin ilk anından itibaren kendi yakınlarım dahil bölgeye yardım etmek için seferber olan herekese binlerce kez teşekkür ediyorum. Hepsi bana bu vatanın en önemlimiz olduğunu tekrar tekrar hatırlattılar. Hepsinden razı olsun Allah.
Sahada olsun olmasın herkes “Sesimi duyan var mı?” Sorusuna cevap alabilmek için zamanla yarıştı ve halen yarışmaya devam ediyor…
Bu depremle ilgili yüzlerce kare aklımda kaldı elbet, ancak en can alıcı olanı; arama kurtarma çalışmalarında “Sesimi duyan var mı?” sorusuna cevap alınamadığında enkaza “SES YOK!” ibaresinin yazıldığını öğrenmem oldu… Sessizce; tonlarca göçüğün altında, susuz, gıdasız, buz gibi bir havada göçüp giden insanların yalnızlığını bu kadar derinden hissettiren daha güçlü bir cümle var mı bilmiyorum! En azından bu yaşıma kadar öğrendiğim en acı bilgi olarak haneme yazdım…
Ses yok!
Şimdi yaralarımızı sarma vakti. Nasıl olacak? Nasıl yapacağız? İnanın bende bilmiyorum… Ama hem ülkesine hayran bir vatandaş olarak hem de bir baba olarak o bölgenin çocukları için elimden geleni yapmaya söz verdim kendime… 6 Şubat siyasi anlamda paramparça bir ülkenin, böylesi büyük bir afetten tek parça, tek yürek olarak çıktığı o beklenen tarih olur umarım… Birlikteliğe bu kadar ihtiyacımız olan başkaca zamanlar da asla bir daha gelmez İnşallah ama ümidim kısa bir süre sonra “Türkiye ekonomik anlamda çökmüş durumdaydı; depremler ile şehirleri yıkılmış, yaşanmayacak haldeydi ancak Türk halkının birlikteliği ile çok kısa bir sürede ayağa kalkmayı bildiler. Çılgın Türkler tekrar en iyi bildiklerini yaparak dünya tarihine tekrar, tekrar ve tekrar adlarını altın harflerle yazdırmayı bildiler.” dedirtebilmeliyiz.
Belki o insanları o göçüğün altında çıkarmaya gücümüz yetmedi, ama ardında kalan evlatlarımızın sesi olmalıyız! Birlikte olmaya devam etmeliyiz! Bize ihtiyacı olan tüm vatan evlatlarına sahip çıkmalıyız…
Lütfen unutmayın, biz tarihler boyu sadece bölgenin değil dünyanın kaderini belirlemiş bir milletiz ve bu millete düştüğü yerden olabildiğince hızlı bir şekilde kalkmak yakışır!
Bize anka kuşu misali küllerinden doğmak yakışır!
–